21 Ağustos 2010 Cumartesi

ben-C DÜŞMEmİN SINIRI YOK

Uç noktalardayım hep, düşmekle düşmemek arasında. Seviyorum denge oyunlarını. Uçlarda bir yerde geçirdiğim her saniye bana birilerinin samimiyetini kendi terazimden geçirme lüksü tanıyor. Kendime uygun bulduğum dengeli noktadan bakıyorum sana. Bekleme devrilmem hacıyatmazım, gulyabaniyim ben.
Benim güvenli sınırlarım başkalarına ölümcül çizgi - delilik sınırı gibi görünebiliyor. Bazense onların güvenli bölgesi benim mayın tarlam oluyor. İnsanlar üzerinde harcanan bunca emekten yola çıkıp kudretimle övündüğüm zamanlar da oluyor, nadiren kimseyi anlayamamış olduğumu farkettiğim zamanlarda. Ki yakın dönemimde bu durum tekrarlanır oldu. Ya değilse? Ya ben kendime fazla yüklenir olduysam. Ya öyleyse? Ya artık yanılır olduysam? Sorular = sorunlar...

"DÜŞMENİN SINIRI YOK"

Düştükçe haz duymak, dibe geldikçe kazıp daha derine inmeyi istemek. Kudretliydim de neden mi düştükçe düşesim geliyor...
Dibe vurmalı insan ara sıra, kendine gelmeli, buza yatmalı ya da fırtınaya koşmalı, tipi altında suya dalmalı, elindeki çatlaklardan kan sızana kadar kazmalı ya da ses tellerinden pas tadı alana kadar çığlık atmalı belki de düşene kadar uyanık kalmalı... Her ne şekilde olursa olsun, hangi yol seçilmişse o yolda sürekli düşünmeli, kendine dönmeli. En dip "BURASI" dediğinde ayaklarını yere öyle sert vurmalı ki ışığın artık görünmez hüzmelerle deldiği yüzeye hızla çıkıp çok derin bir nefes almalı. İşte bir uçtan diğer bir uca yol almalı.
Ben her dibe vuruşumdan sonra, daha iyi oldum. Her seferinde o son oldu. O beni bir daha üzemez oldu. Kimi yolculuklarım 3 gün, kimileri 3 ay sürdü. Hepsinden sonra daha güçlü oldum. Kısa süreli bir öze yolculuk başladı yine benim için.
Dibe yaklaştığımı hissediyorum, yine çok fazla soru soruyorum, yine kendimi çok eleştiriyorum. Üzerimdeki basınç da az değişir oldu. Yaklaşıyorum..! Ayağımı yere vurduğumda etrafımda olma, üste tekrar geldiğimde zaten karşında bulacaksın beni. Sana defalarca söylediğim bir şey var .! Bekleyemiyor musun? Geliyorum... Beklesen de geliyorum, beklemesen de. Hırsla, nefessizliğimle, bağırmaktan çatallanmış sesim ve kanı kurumuş tırnaklarımla. Berduş göründüğüme bakma, arınıyorum, kendime döndükçe yeniden arınıyorum. Bekle temiz geliyorum... O kadar temiz geliyorum ki, senin lekelenmemiş bembeyaz yalnızlığını bulmaya geliyorum. O lekesiz yalnızlığı isteyebileceğin her renkle kirletmeye geliyorum. Artık; düşündüğün şeye inanmaya uğraşma, sana farklı bir şeyler anlatacam, her dediğim gerçek olacak tüm duygularsa hissedilmeye hazır. Dipten çıkıp geldiğimde, en üstte yeniden var olduğumda şimdi burada olan benden başka bir T olacak orada. Başkalığı öze gittiğinde aldıkları, anladıkları, arındıkları ve yüklendikleri olacak. Dökülmüş kabukların yanı sıra yep yeni taze ve sıcak yaraları olacak. O zamanın T'si benden daha iyi olacak. İşte o an diyeceğim ki: "Bana söz edilen herhangi bir Ben için şöyle düşünüyorum: ben ondan daha iyiyim."

"DÜŞMENİN SINIRI YOK"

Bu sefer iç cebime kendimden biraz bırakmadım. Ucu açık bir seriydi oraya koyduğum yolda ardı arkası kesilmeden sürgün verdi geldi. Kendi değerini düşüren zavallı güruhun saplantılı bir üyesi olmaktansa; çok net, daha düz, duygusuz ve soğuk ama "ne mesafeli ve temkinliymiş", "doğrusunu yapıyor oğlum", "bak bizim gibiler üzülür, onun gibi davrananlar değil" olacam. Sana o kadar rengi bu temaya bağlı kalarak sunmaya geliyorum. Sana senin de düşüşünü "-göstermeye-" geliyorum. Yaşatmayacam, yaşamanı engelleyecem, yeni yıl hayaleti gibi seni o düşüş sahnesinin üzerinde kırmızının, mavinin, yeşil ve beyazın en berrak halleriyle kirlenmiş bir lekesiz bir sörf tahtası ile gezdirecem. Sana düşmenin sınırı olmuyormuş dedirtecem, gördüklerinden ders alacaksın beni daha bir ben gibi anlayacaksın.

"DÜŞMENİN SINIRI YOK"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder